Yaz sonbahara dönerken

Zaman geçerken söyleyecek şeyler önce birikiyor, sonra yine kayboluyorlar, aylar geçiyor ve ancak yazabiliyorum.
Hala olduğum yerdeyim. En son ilk taşındığımız sıralarda bahsetmişim, biraz köy romantizmi, aradan geçen hatırı sayılır sayıda ay sonrası köy hala güzel, hala dünya üstünde bir evimiz var. Bir yandan köklenmeye çalışırken, bir yandan köksüz olmaya öykünüyoruz tabii. Netice itibariyle, ilkbaharın sonlarında temellerini attığımız bostanımız meyvelerini, daha doğrusu, sebzelerini verdi. Uruguay’dan ayrılırken aylardan şubattı, yine bir bilinmeyene doğru gidiyorduk, çok planlı hareket eden insanlar olmadığımızdan, yine hareketimizde fazla bir anlam ve de plan yoktu. Karar vermiştik, Datça’ya gidiyorduk. Ne yapmaya, kısmı çok net değildi. Ne yapmaya olacak, yaşamaya işte… Bugünlerde Henry David Thoreau okuyorum. Kitabın bir yerinde diyor ki, “Yaşamak istediğim neresi olduysa, ama bir gece, ama bir mevsim, ama bir yıl, orada yaşadım.” Benimki de o misal. Yaşamak istediğim neresi olduysa, orada yaşadım.
İlkbahar yaza döndü, şimdi yaz sonbahara dönmek üzere. Zaman hayatsal gailelerle geçiyor. Uruguay’ı özlemiyor, değilim. Özlediğim şey, mekandan bağımsız ama bir o kadar da mekanla bağıntılı, özlediğimde özlediğim Uruguay’daki başına buyruk ve hür hayatımız; yani gidebilecek olmanın güzelliği aslında. Ben doymaz, arlanmaz bir seyyahım, yol düşkünüyüm, fiziksel mesafe kat etmeyi ne çok seviyorum…
Buna mukabil, evi olmak da güzel, bostanı, bahçesi olmak da. Sebze yetiştirmek de güzel, kendi yetiştirdiğin sebzeleri yemek de. Ve en önemlisi, insan ancak kendisi köklendiğinde toprağa bir şeyler ekip onları büyütebiliyor. Şimdi oralardayız. Haz veriyor mevsimler değişirken, aynı toprak parçası üzerinde olabilmek, onu ekmek, sulamak ve büyütmek. Bir yandan kendimizi de ekiyor, suluyor ve büyütüyoruz. Aştanga’ya başlayalı altı koca sene geçtiğini, Mysore’a ilk gidişimin üstünden bu aralık ayında altı sene geçmiş olacağını düşünüyorum da zamanın nasıl hızlı geçtiğine şaşırıyorum.
Güzel yazarlar güzel kapılar açıyorlar önüme. Michael Pollan (Arzunun Botaniği), Gaston Bachelard (Mekanın Poetikası) ve Henry David Thoreau (Sivil İtaatsizlik ve Walden Gölü) bu aralar düşüncelerime temel olmuşlar. İlham veriyorlar.
Uruguay’dan evlat edindiğimiz köpeğimiz Panço’muz on aylık olmuş. Evi kiraladığımızda evle birlikte gelen sarı kedi Yoni ile de koyun koyuna uyuyorlar, çok güzel anlaşıyorlar.
Bu aralar güneş biraz daha erken batmaya başlamış. Ağustos sonuna doğru gökyüzü bir başka pembeleşiyor. Ve şimdilik, biz hala buradayız. Screen Shot 2019-07-14 at 11.50.44

Yorum bırakın