Maymun Zihnin Halleri: (En Yakın Şehir Nerede?)

IMGP1605

Gökyüzü masmavi, ağaçlar yemyeşil; Olga ve Alvaro’nun evleri karşı yamaçtaki okaliptüs ağaçlarına bakıyor. Çok sevip iki yıl beklediğim adam da yanımda. Evin etrafını çevreleyen serada oturuyorum. Pazar akşamı, hava yeni karardı, ev ahalisi, İ. de dahil içeride. İ. içerideki yemek masasında Alvaro ve iki çocukla beraber bir oyun oynuyor. Olga önümüzdeki osteopati sınavına çalışıyor. İçeriden kahkahalar…

Ben de bilgisayar başında, bir hindi gibi. Peru’da bir arkadaşım shalasına altı aylık kontratlı olmak üzere hoca arıyor. Acaba Peru’ya mı gitmeli? Altı ay da çok uzun sanki, yalnızken böyle fırsat karşıma niye çıkmıyor ki sanki…

Son bir haftadır aklımdan geçenler (kimilerini yüksek sesle de dile getirdim) :

  • “Belki de ben böyle bir hayat istemiyorum. Belki de ben urban gardening yaparım terasımda.”
  • “Hava güzel, bulutlar mavi ama benim istediğim bu mu?”
  • “Hep birileriyle iç içeyiz sanki. Akşam yemekleri hep beraber, gündüz küçücük evin içinde herkes hep beraber. Özel alanımı arıyorum.”
  • “Biraz yalnız olmaya ihtiyacım var.”
  • “Acaba bir kaç günlüğüne Montevideo’ya mı gitsem?”
  • “Belki de bu Uruguay kırsalından vazgeçip Buenos Aires’e gitmek en iyisi. Juli (Mysore’dan tanıdığım Buenos Aires’li arkadaşım) beraber shala yapmamızı teklif edeli bir ay bile olmadı.”
  • “İ. burada kalmak isterse? Ya ben kalmak istemezsem?”
  • “Love, happiness, butterflies and all that. Maybe these are not for everyone. Maybe I’m one of those people to live alone in a city. Maybe I am not made for family life.” (Aşk, mutluluk, kelebekler falan. Bunlar herkes için değil ki. Belki de ben bir şehirde yalnız başına daha mutlu olurum. Belki de aile hayatı değil benim istediğim.”) – Aylardır “İ., İ., İ., ev, ev, ev, çocuklar, çocuklar, çocuklar, yerleşelim, yerleşelim” diye inleyen bir Su’yun tam da İ. henüz doğmamış çocuklarımız hakkında konuşmaya, Uruguay’da yerleşmeye hazır olduğunu söyledikten sonra aklımdan geçenler. Al benim kafamı, vur duvara duvara.
  • “Sanki bir şeylerden hep uzak gibiyiz burada. Bir gökyüzü var masmavi, bir de sen ama burada başka sevdiğim hiç bir şey göremiyorum.” (Bunu İ.’ye söyledim)
  • “Kompost tuvalet iyi güzel ama belki de benim için en iyisi az su harcayan bir mekanizması olan tuvaleti olan bir hayat.”

Bir yandan PMS, diğer yandan yeni ay ve güneş tutulması; tarumar olmuş gidiyorum. Canım ne mavi gökyüzünü görmek istiyor, ne de yeşil vadileri. Tek isteğim bir şişe beyaz şarapla sarhoş olduktan sonra tatlıya gömülüp kanepede uyuyakalmak. Buenos Aires güzeldi sanki, ne diye kalkıp buraya geldiysek? Göçmenlik prosedürü mü kolaydı? Farketmez ki, Arjantin’de de yaşarız. Haydi Buenos Aires olmazsa, Montevideo olsun bari, kötü mü şehir? Tamam, ben hep şehirlerden şikayet ettim ama en azından merkezi ısıtma ne büyük nimetmiş, 24 saat sıcak suyla banyo yapabilmek ne güzel şeymiş, toprak yolda yürümek güzel, gençliğimizde ‘Sous les pavés, la plage!” (’60’ların öğrenci hareketinden kalma ‘Toprağın altında plaj var’ anlamına gelen şehirleşme karşıtı slogan) şarkıları da söyledik ama belki de benim en iyi bildiğim şey Bağdat Caddesi’nde köpeğimle yürümektir; dondurma alacak yer de yok burada, empanada alacak yer de yok. Hmm, ama her şeyi kendimiz yapıyorduk, değil mi? Empanada mı yapacağım yani? Burada en ufak bir şey için en büyük eforu harcıyoruz sonra oturup yazı yazmaya zaman kalmıyor. Belki de ben sadece bir gözlemciyim, ben bir outsider’ım, ben dışarıdan gelenim, ben yabancıyım, ben maceraperestim belki sanki; ben kendimi buraya ait hissetmiyorum. Sanki ben buraya gelip iki hafta kalıp sonra burayla ilgili bir yazı dizisi hazırlayan bir gazeteciyim, ama buralı değilim ben buralı hissetmiyorum. Gökyüzü güzel, güneş de gani gani ama bu doğa için mi geldik buraya, bu kadarı Türkiye’de de vardı. Türkiye de özgür değildik değil mi, eh bari Balkanlara falan gideydik, Uruguay çok uzak olmadı mı?

İ. içerideki masada hala Alvaro (baba), Ibai (küçük çocuk) ve Hodei (büyük kardeş) ile oyun oynuyor. Benim kalabalık bir ailem olmadı ya, İ. ise dört çocuklu bir ailede büyüdü. Belki de ondan mı ben ait hissetmiyorum böyle masa başında kalabalık oyunlara da, yazıyorum da yazıyorum, zihnimin içinde, sorularla öyle düşüneduruyorum?

Sanki şu an tek istediğim biraz hareket, biraz gürültü, biraz cuma akşamı 2000’li yıllardan İstiklal Caddesi kalabalığı… Hindistan gibi. Kafanın içi dopdoluyken sana her şeyi unutturan o kalabalık. Belki de ondan mı sanki tahammül edemiyorum burada olmaya? Öyle boş ki etraf, hiç yalnız bırakmıyor kafamın içindekiler beni. Her yer yemyeşil, hava temiz; ama çok uzak değil miyiz sanki? Uzaklık zihnin içinde mi, yoksa gerçekten fiziksel bir mesafe mi? Uruguay’da kendimi bildiğim, sevdiğim her şeyden çok uzakta hissediyorum. Korkuyorum, şehri özlüyorum, gürültüyü özlüyorum, trafik ışıklarını özlüyorum.

Sanki tek istediğim en yakın şehre yerleşip bu toprak saçmalığını bırakıp yoga dersleri vermek.

Ben de portakal ağacının altına gitmek yerine şehrin sakin ve güzel bir caddesindeki kitapçının bahçesinde son aldığım kitapları karıştırırken kahve içmeyi tercih edenlerden olacağımdır belki.

Sanki burada, doğada olmak bir saçmalık. Sanki bugüne kadar yaptığım en saçma şey. Ben ki hep bir günde aşık olan büyük romantik bu sefer ne oldu da romantikleşemedi? Neden bu mavi gökyüzü hayatımda gördüğüm en güzel şey değil-di?

Sanki tek özlediğim, ben neredeysem, orada olmayan… Hani ben değil miydim yeşil diyen, toprak isteyen, al sana toprak, al otur şimdi, baka baka yeşil vadilere.

Maymun zihnin halleri, hep mutsuz, hep grumpy.

Sevgiyle (hala sevgi var bunca huysuzluğa rağmen içimde),

Su

 

 

Yorum bırakın