“Bir daha yoga lafı duymak istemiyorum” diyen İ. bir gece sonra kirtana giderse…

Kaldığımız yerden devam ediyorum.

Şimdi, olmadığınız bir şey olmaya çalışmak çok zor bir şey. Bence yogada da biz aslında uzun bir süre bunu yapıyoruz, kıymetli bir hoca (Magnolia Zuniga) diyor ki, pratiğin ilk 10 yılı pratik yapmayı öğrenmekle geçer, pratik yapmaya ise ondan sonra başlarız. Bu bağlantıyı seviyorum. Olmadığımız bir şey olmaya çalışıyoruz; sabırlı, non-violent, kıskanç olmayan, greedy (hep daha fazlasını isteyen, doyumsuz) olmayan…

1
Korkuyorum korkmasına ama hayatla dalga geçmeyi de bırakmıyorum. Açtım kollarımı rüzgara… Yolumuz açık ola.

Bugün aklımda başka şeyler vardı yazacak; mesela bugün dikimine yardıma gittiğimiz 200 meyve ağacı fidesi ve bir gün önce “Bir daha hayatımda yoga lafı duymak istemiyorum.” diyen İ.’nin dün gece beklenmedik bir şekilde kendini tam gaz bir kirtanın orta yerinde, önünde Ganesha, yanında Hanuman ile bulması…

O zaman şimdi dün akşama dönüyorum. Bizi Olga ve Alvaro’nun çiftliğindeki iki haftamız bittikten sonra kendi çiftliğinde çalışmaya ve üretime katılmaya davet eden Avusturyalı İrma’nın teklifini kabul etmeye karar verdik. Ben İ.’ye “İrmi’ye şu an kitabım üzerinde çalıştığımı ve her gün iki saat pratik yaptığımı dolayısıyla çiftliğinde aktif olarak çalışamayacağımı, iki günde bir bahçede çalışabileceğimi söyleyeceğim.” dediğimde İ. de bana “Pratik pratik, dünyanın en önemli şeyi, her kararın merkezi mi bu pratik, bu nasıl ukala bir üslup!” demiş ve tatsız konuşmada buradan filizlenmişti. Neyse en sonunda orta yolu bulduk. İrmi kitabım üstünde çalışmama saygı duyduğunu ve üretime ne kadar katılabileceksem o kadar katılmamı, daha fazlası için kendimi yormamamı söyledi. Böylece anlaşmış olduk. Aslına bakarsanız, aramızda kalsın ama, bu İrmi’yi gözüm pek tutmadı. Kırklarında, yalnız yaşayan eski bir Rainbowcu (kırklarında ve yalnız olanlar üstüne alınmasın lütfen ama); bana İ.’ye yan gözle bakıyormuş gibi geldi. Avusturyalı İrmi Osmanlı tokadının ne olduğunu atalarının anılarından hatırlamıyorsa, ben ona hatırlatmayı bilirim, o yan baktığı gözünü alır diğer gözünün yanına koyarım, diyip iki haftamızı daha Sierras de Rocha (bu pek masalsı Uruguay kırsalı)’da geçirmenin kötü bir fikir olmayacağına kanaat getirdim.

Dün akşam İrmi bizimle konuşmak için çiftliğe uğradığında bizi kirtana davet etti. Efendim, kirtan yine buranın asil sakinlerinden, at işiyle uğraşıp geceliği 170 dolarlık kiradan tahta evler ve at gezintili turlar satan Santiago ve Lucie’nin evinde olacakmış. Bu Santiago da bizim önceki gittiğimiz plaj kasabası olan La Paloma’da evinde kaldığımız Martin’in erkek kardeşi; tesadüfen öğrendik, yani Uruguay hakikaten küçük bir yer. Bir ay olmadı geleli, en kilit insanlarla tanıştık bile. Kirtan konusunda İ.’ye “Valla benim dün akşamki konuşmadan sonra bir süre Hindu kültürüyle bağlantılı olan şeylerden uzak durasım geliyor.” dedim. İ. ise “Gidelim, boşver, takılma.” dedi. İyi, gidelim, dedim. İrmi bize uğramaya yanında iki çocukla gelmiş; çocuk derken aslında bir erkek bir de genç kadın ama herhalde yirmilerinde falanlar, ben de ondan çocuk dedim. Ben de yirmilerindekilere “Çocuk” diyecek yaşa geldim. Bu Arjantinli çiftimiz de ablaları, veteran İrmi gibi, Rainbowcu; bu da ne demekse, “Rainbowcu”. Şimdi bu Rainbow Gathering’ler bilmeyenler için, dünyanın her yerinde düzenlenen, Rainbowcu tabir ettiğimiz genç, kir pasak içinde yaşayan (göz kırptım), tırnakları kahverengi, ayakları çıplak, elele tutuşup ateşler yakıp etrafında çember yaptıkları, kendi enstrümanlarını çalıp, bir ay veya o civarda sürelerde dağlarda, tepelerde, tipiler kurup kendi yemeklerini pişirip kafaları güzel güzel takıldıkları bir bir araya geliş durumu.

Meditation-Circle
Ultra spiritüel olmak için gerekenler 😀

Fakat ben bu insanlara, Hindistan’da toplamda iki yıldan fazla zaman geçirmiş, Sanskrit dilinde mantra okumak konusunda nispeten azımsanmayacak zaman harcamış, bizzat haftada 6 gün matın üstünde tepinen biri olarak acayip sinir oluyorum. Çünkü daha önce kaç kez tanık olduğum gibi, dün akşam da bizim Rainbowcular ellerinde bir tane Bach çiçekleri şişesini havaya püskürtüyor, güzel çiçek kokuları gelince de “Aura temizliği için” diyor. Oldu canım ya, aura temizliği öyle kolaydı. Biz niye her gün iki saat tepiniyoruz, omurgamızı (sinir sistemin evi) eğip büküyoruz, işte o çakralardaki tıkanıklıkları temizleyebilmek için. Sen de alacan eline spreyi, havaya iki fıs fıs, temizlendi çakralar; vay babam çok aşmışsın ya. Mudra yapmayı bilmez, tuhaf tuhaf mudra taklidi hareketler; Krishna’nın mavi olduğunu anlatırken “Vishnu gibi, Vishnu da mavi” diyor, biri Shiva mı dedi?

6
Hayatta yapmayı en iyi bildiğim şey 😛 Onda da ne kadar iyi olduğum tartışılır 😛 Hepimiz yoga öğrencisiyiz sonuçta.

Yani arkadaşlar, demek istediğim bu spiritüel konular derin konular. Benim kirtanlar hakkındaki net fikrim, kirtanların Batılı özenti gençlerin Hindu mantralarını, Batı müziklerinin ritmleri ve Batılı şarkıların vokal teknikleriyle katlettikleri bir şarkı söyleme etkinliği olduğu yönünde; sevmiyorum, sevemiyorum, samimi bulmuyorum, ne yapayım! Hayatında Hindistan’a gitmemiş, Hindu kültürünün toplumun ekonomik, sosyal hayatına nasıl etkileri olduğunu hiç görmemiş, hiç hayatında Ganapati tapınağına gidip kendini tüm o kapkara ve çılgınca bir inançla dua eden insanların arasında beyaz bir uzaylı gibi hissetmemiş çocukların çıkıp da kapalı gözler ve hisli seslerle Ganapati mantraları söylemesine pek inanamıyorum. Bana epey komik geliyor. Yani bir şeyin propagandasını yapıyorsak, onu iyice biliyor, etrafındaki şeyleri iyisiyle kötüsüyle nasıl etkilediğini de iyice analiz etmiş olmamız gerekiyor ki, cahilce propaganda yapmış olmayalım. Neyse tabii herkes bu kadar derin düşünmüyor, o yüzden ben geceleri döne döne uyuyamayanlardanım ya, bu kafam bağlantılar kurmayı bırakmıyor.

Kirtana dönecek olursak, bu Lucie ve Santiago’nun evi adeta bir dekorasyon dergisinden çıkmış “Toskana Kırsalında Rustik bir Masal Evi” falan gibi bir başlıkla sunulabilecek gibi bir ev; tam bir rustik rüya, her şey taş, her şey ahşap, her şey bilmem ne ama her şey lüks. Şöminenin önüne ne olduğunu kestiremediğim bir hayvanın postunun parçaları çember olacak şekilde dizili; ortada bir altar, üstünde Ganesh, ufak bir çerçeve içinde Amma’nın resmi (Amma, Sarılan Guru, belki duymuşsunuzdur) falan filan. Benim için biraz fazla kuntin bir ortam. Yani ben yogayı çok seviyorum diye insanlar beni bazen ultra spiritüel sanabiliyor ama çok şükür Hint kültürüne özenip Hint işi küpeler takıp Ganesh Chaturthi’yi kutladığım falan günler geride kaldı. Hint kültüründe kendimle özdeşleştirdiğim fazla bir şey bulmuyorum. Yogayı ve Bhagavad Gita’yı çalışmayı bir ömür yapabilmeyi diliyorum ama Hindistan’da uzun zaman geçirmiş biri olarak, orada romantize edebileceğim hiç bir şey, artık, bulmuyorum. Kurulduk çembere, Lucie “Masala chai yaptım. Sütlü mü istersiniz, sütsüz mü?” dedi, aman aman chai da varmış, biz de sütsüz chai mi olur diyip sütlü chai’dan rica ettik. Valla Lucie otursun strudel yapsın (o da Avusturyalı), ben ona bir masala chai yapayım da, nasıl yapılır görsün. Hakikaten hayatında Hindistan’a gitmemiş birinin yapabileceği bir chai’dı. Yine de sıcak ve şekerli, ne olsa içersin, dışarısı 4-5 derece, bize de güzel geldi sıcak sıcak, sonra bhajan’ları yazılı olduğu kağıtlar dağıtıldı, başladı gitar. Klasik, bildik, popüler mantralar; sevdiklerime katılıyorum; sevmediklerimi söylemiyorum. Kirtana gitmem icap ederse her şeyi kuralına göre yaparız evelallah ama kalkıp da gitmeyiz. Neyse biz bhajan okumaya başlamadan önce Rainbowcu kızımız auralarımızı fısfısla açtıktan sonra İ.’nin eline bir kart destesi verdi, İ. ne yapacağını bilemedi, sanki birazdan papaz kaçtı oynamaya başlayacakmışız gibi bir modda uzun bir süre kartları kardıktan sonra bana verdi. Ben de gözlerimi kapatıp içinden bir kart seçtim, çünkü çok spiritüeliz, öhöm neyse “Infinity” (Sonsuzluk) kartı geldi, altardaki diğer seçilmiş kartların yanına koydum ve desteyi pasladım.

Kirtan bir buçuk saat sürdü, mantraların katledilişiyle ilgili düşüncem baki de olsa, yine de bazı Ganapati mantralarına eşlik etmekten keyif aldım. İ. ise bütün kirtan boyunca hiç şarkı söylemedi. Etrafı izledi, chai yudumladı, bir ara eline davulu aldı, onu çaldı. Kirtan bittikten sonra Lucie’lerin evinden, kafa lambasına gerek bırakmayacak kadar yıldızlı bir gökyüzünün altında yürüyerek Olga ve Alvaro’nun çiftliğine, şimdiki geçici yuvamıza vardık.

İ.’ye ne oldu bilmiyorum ama cigara üstüne cigara yaptı; patates etti bizi. Ben tam haydi gidip yatalım diyecekken bir cigara daha yapıyor. Öyle otura otura saati on iki edip yattık.

Sabah 8’de uyandım. Burada işe başlamak için hazır olma saatimiz 9.30. Ben de hassasiyet göstermeye çalışıyorum. Benim uyanmam, ayılmam, insanlarla iletişim kurabilmek için hazırlanmam sabahları biraz zaman oluyor. Sakince, kendi başıma kahvemi içmem lazım; bu sırada biriyle konuşmayı pek sevmem, o yüzden eğer evde uyanmış biri varsa, başka odada olmayı tercih ederim. Sabahları tuvalete çıkmadan önce muhabbete pek gelemiyorum. Neyse burada artık kahvaltı yapmaya başladım çünkü pratik öğleden sonradan önce gerçekleşemiyor, e iş de bedenyoğun bir iş olduğundan kahvaltı yapmazsam gözlerim kararıyor, o yüzden artık sonrasında pratik de yapacak olsam ufak bir kahvaltı yapıyorum. Ki burada da o kahvaltı dulce de leche’li iki dilim kızarmış ekmek veya bir kase müsli falan oluyor. Kahvaltıdan sonra Alvaro bize Colo’ların çiftliğinde ağaç dikileceğini, Colo’nun herkesi oraya davet ettiğini, bizim de gitmemizin iyi bir fikir olduğunu söyledi. Anladık ki bugün bize

2
Su vs. 200 fide

çiftlikte vereceği bir iş yok, bizim de oraya gitmemiz icap eder, biz de çamaşırları makineye atıp çantamızı yapıp Colo’nun çiftliğine ağaç dikimine yardıma gittik.

Tam 200 tane fideyi, o 200 fide için traktörle kazılmış muntazam çukurları görünce gözlerime inanamadım. Bir de bol kurtlu, komposttan dönüşme toprağı… Aldık ellerimize kürekleri, iki üç kere Colo’nun yapışını izledikten sonra biz de işe koyulduk.

Her yerim ağrıdı, ne yalan söyleyeyim. “Babam ne akıllı adammış, o kadar toprağı var, oturup kitabını okuyor, böyle kendi meyveni sebzeni yetiştirmek, gidip pazara almak varken uğraşılacak iş değil” diye düşündüm.

7
İ. ile geçen gün bir tahta evin duvarını yaparken. Her zaman birbirimizi yemiyoruz 😀

Burada geçen zamanın sonunda ben şayet ki çiftçi olmaya karar vermezsem, sanırım bir daha her zaman şehirde yaşamaktan memnun olan biri olacağım. Şaka bir yana, İ. burada olmaktan hoşnut; aileler klasik işlerde çalışmayıp kendi topraklarında ve üretim alanlarında çalıştıklarından çocuklarıyla çok zaman geçirebildikleri için buradaki düzenin aileler için çok iyi, çocuklar için çok olumlu olacağını savunuyor. Ben ise illa doğa olacaksa, plaj olsun modundayım. Denizden uzak yerlerde yaşamaya alışamıyorum.

Devamı yarın…

Sevgiyle,

Su

Yorum bırakın